başım önde yürüyordum, usuldan yağmur çiseliyormuş farketmedim, sahilde dalgaları izliyordum, belli belirsiz balıkların hareketini.. gözlerim bakıyordu bariz ama aklım sanki o an o dalgalarla salınıyordu. öylece bir kaç saat durmuş olmalıyım ki dizlerimin sızladığını ve belimin ağrıdığını farkettim. Gitme zamanı gelmişti ama o kadar hissizdim ki o kadar acınası ve o kadar zavallı gitmeye gücüm yoktu, dahası bakışlarımı bile çevirecek gücüm yoktu. Bir elin omzuma dokunduğunu hissettim, normalde irkilmeliydim, belki çığlık atmalı, belki de kendimi savunmalıydım ama bunların hiç birini yapacak gücüm yoktu, defalarca tecavüze uğradığı için artık sadece ölmeyi bekleyen kadının kabullenmişliği vardı üzerimde. Elin baskısı daha da arttı, sıcaklığı da... Buzlarımın çözüldüğünü hissettim, sanki boş bir yakıt deposuna benzin doldurmuşlardı, damarlarıma kan gelmişti, önce bakışlarım yere düştü sonra toplandım başımı çevirdim. Yer yer sarı genel olarak beyaz bıyıkları, uzamış sakalları ve bir kaç eksik dişiyle yanımda benden bir yirmi cm kısa bir adam gördüm. üzerinde koyu renk bir yağmurluk vardı elinde sarılmış bir cigara.. nedense eline kitlenmişim;
"Bayburt tütünü yeğenim" dedi. Cevap veremedim, tabakasını çıkardı "al" dedi, elime uzattı. İstemsizce elimi uzattım belki vücuduma enerji gelmişti ama hala beynimle bedenim arasındaki iletişim sağlıklı değildi, tabakayı elime aldım, inceledim geri verdim. "Güzelmiş" diyebildim
Yaşlı adam bir kahkaha patlattı, "İçmiyorsun herhalde" dedi, yok manasında başımı salladım
"Kadın meselesi mi" dedi, cevap vermek gelmedi içimden, sanki intihar eşiğindeydim, köprü üzerinden kendimi bırakmakla bırakmamak arasında gidip geliyordum da bu adam ikna etmeye gelmişti de, bu sefer ikna olmakla olmamak arasında gidip gelmeye başlamıştım gibi karışık hisler içindeydim
"Tüm kadınlar gider yeğenim" dedi
şöyle okkalı bir küfür savursam, "sen ne bileceksin be adam" desem "zaten asalaksın, toplumun sırtındaki üretmeyen beleşe yaşayan bir asalaksın, hatta mikropsun" desem falan diye düşündüm böyle alkolik aforizmacı haller.. kesin çalışmayan, oradan buradan bulduğunu yiyen, dilenen bir adamdı, belki de bir lira vermedi diye birilerin öldüren tiplerden... Kim bilir.
"Tüm kadınlar gider yiğenim, gitmeyenleri de biz göndeririz, belki de yanlış dedim her kadın gönderilir yiğenim.."dedi, sustu
.
Az önceki gereksiz ve de sessiz atarım dinmiş hatta ilgimi çekmişti, belki de bu adam şu son zamanlarda dizi ve filmlerde oldukça klişe haline gelen o bilge balıkçıydı ve belki de benim bu yaşlı adamdan öğreneceklerim vardı o da kişisel gelişim kitaplarının klişesiydi ne dersiniz belki de burdan inanılmaz bir fikir sahibi olarak ya da muhteşem bir pozitiflik kazanmış olarak ayrılacak ve önümüzdeki iki sene içinde milyonlarca dolarlık servet yapacaktım ya da işler istediğim gibi gitmeyecekti, bu adam benden içki parası isteyecek ben de yok diyecektim, kim bilir daha önce kimlerin kanını taşıyan cebindeki paslı bıçağı çıkartıp kalbime saplayacak ve oracıkta hemen ölecektim, belki hemen ölmez ambülans beklerken kan kaybından ölürdüm, belki de ölmezdim oradan tesadüfen bir doktor geçerdi kurtarırdı beni,yani tamamen sarı sayfalara çıkacak türden bir hikaye olurdum.
Tüm bu beyin fırtınamın içinde "Islanmışsın" dedi, çözülmüş ellerimle üzerimi yokladım evet gerçekten ıslanmıştım, belki de yeterince ıslanmamıştım ama kibarlık olsun diye çabuk ikna oldum. "Evet ıslanmışım " dedim
Yaşlı adam bir kahkaha da koyuverdi "Amma da tuhaf bir adamsın delikanlı" dedi, kahkasına mı bozulsam, yağmurda ıslandığım gibi bariz bir çıkarımı yapmasına mı bozulsam yoksa benim hakkımda yargı oluşturmasına mı bozulsam bilemedim.
Zaten hayatta pek bildiğim şey yoktu, genel olarak bildiklerim kitapta yazanlardı aslında onlar da kitapta yazdığı için pek bilmezdim işte hayatım tam olarak böyleydi, bildiğimle bilmediğim arasındaki çoklu kanallar vardı..
"Gel!" dedi yaşlı adam, koyun gibi onu izledim, 4-5 mt ilerdeki küçük kayıkla tekne arasındaki deniz taşıtına çevik bir hamleyle çıkıverdi, elini bana doğru uzatıp "hadi gel bakalım" dedi bende tekrar bir koyun gibi elini yakalayıp tekne diye nitelendirdiğim taşıta çıktım, adam ardını dönüp aşağı indi, bu kadar küçük bir teknenin aşağısında ne olabilirdi ki? Belki de bir balta, belki de bir silah... Aman Allahım ben ne yapmıştım, hiç tanımadığım ve benimle paylaşacak bir şeyi olmayan bir adamın teknesine binmiştim, şimdi motoru çalıştırıp gitse, cebindeki kör bıçağı kalbime saplayıp beni denize atsa kim bulabilirdi beni, bu sefer yüzerek geçen bir doktor da bulamayacağıma emindim.
Telaşlandım, nabzım hızlandı, terlemeye başladım hem de bunlar on saniyede olmuştu. Tam kendimi kaybetme aşamasındaydım ki, "Al bakalım delikanlı" sesiyle irkildim yaşlı adamın. Bir kazak ve bir yağmurluk.. Utanmıştım kendimden gayet de bir kazak ve bir yağmurluktu bu, silah ya da o paslı çakı değildi. aklım tozlu,eski bir pistde gençliğinden kalma hareketlerle vals yapıyordu adeta, "Haydi ıslanma daha fazla" sözüyle dansım yarıda kesildi, müzik sustu ve sahne kapandı. Ben ne yaptım dersiniz? Tabii ki kuzu gibi gittim o kazağı ve yağmurluğu üzerime giydim.
"Hah şöyle" dedi bilge adam, sustum hayatımın aydınlanacağı bilgileri vermesini bekliyordum. ama bir bilgi vermedi, usulca ipi çözdü, motoru çalıştırdı, pam pam pam gitmeye başladık, kenardaki sandıktan bir şeyler aramaya başladı, işte nihayet işim bitmişti ,, bu kıyafetler sadece göz boyamak güvenimi kazanmak içindi işte, nasıl da görememiştim bunu, işte bazen demek ki insanın basireti böyle bağlanıyordu, artık kaderime razıydım sadece oradan yüzerek geçen bir doktor için dua etmeye başladım ki çaresizliği oldukça iyi yansıtıyordu bu halim. Bilge balıkçı tam da tahmin ettiğim gibi bir bıçak çıkardı, o an kanım çekildi işte, buz gibi oldum bembeyaz... Birden aklıma Stoya geldi, işte öyle bir beyazlık. Balıkçı tuhaf hallerimi gözlemliyordu, yüzündeki ufak tebessümü yakaladım, işte nasılda soğukkanlı bir katildi, hiç bir zahmete girmesine gerek kalmadan ayağına kadar gitmiştim, "iyi olacak hastanın, hekim ayağına gelir" derler ya herhalde bende katil olacak psikopatın ayağına giden maktuldüm.Bilge balıkçı sandıktan oltaya benzer bir şey daha çıkarttı, bıçakla iğnelerine benim pek de anlayamadığım bir şeyler yaptı, kenardaki yemlerden takıp elime verdi, öyle garip garip bakmama şaşırıp "Hiç mi balık tutmadın yahu?" dedi biraz sertçe
"Şey.. Ben beklemiyordum" diye kekeledim
"Neyi beklemiyordun"dedi "Ulan zaten hayatta neyi bekliyoruz ki, ya da beklediğimiz ne oluyor ki" dedi biraz sitemkar, sanırım aydınlanmaya başlıyordum, ama benim aydınlanma için beklediğim cevaplardı, sorular değildi ama durun bir dakika soru sorarak felsefik boyuta geçiş yapmak Socrates'ın tarzı değil miydi belki de bu bilge balıkçıda aynı ekolden geliyorlardı, saçmalama ya dedim binlerce yıl önce gelen adamla bu dayı nasıl aynı ekolden olabilir, 5. yeniciler mi sanki bunlar dedim içimden. Elimden aldığı oltayı bir iki yerini düzeltip denize saldı,"Herhalde balık gelse onu bari anlarsın de mi" diye sordu alaycı bir üslüpla, bozulmalıydım ama artık yelkenlerimi suya indirmiş kendimi bu 5. yeninin en önemli temsilcilerinden bilge balıkçı dayıya bırakmıştım, belki de denizden yüze yüze Socrates gelirdi ona bırakırdım ama boğazın bu keşmekeş trafiğinde böyle bir şeyin mümkün olması pek de olası değil gibi duruyordu.
"Eee Anlat bakalım, iki buçuk saattir denize bakıp da ne görmeyi bekledin" düye sordu,
"iki buçuk saat mi, o kadar oldu mu ya" diye hayıflandım
Yine kahkahayı patlattı benim dayı, "yahu sen çok yaşa" dedi, gülmeye devam ederek. Alaycılık aslında öğrenme sisteminde önemli bir stratejiydi, ve ustamın bunu böyle ustaca gizli bir silah gibi kullanmasını izlemek hoşuma gitmişti, belki de bu kadar kolay fark edebildiğime göre gizli bir silah değil aleni bir alaydı ama olsun, daha hamdım, yanmam gerekiyordu.
Sonra nedense sorusu geldi aklıma, "Pek bir şey beklemiyordum aslında" dedim, "Sen de hiç beklemiyorsun, denizin dibini görmeyi beklemiyorsun, balık tutmayı beklemiyorsun peki ne bekliyosun be güzel kardeşim, aslında hepsi bu kadar beklenti içine girmiş oluğundan belki de" dedi. Tam anlamasam da sanırım aslında beklenti içine girdiğimden hep beklemediğim sonucu oluşuyordu, yani bir şey beklemiyor olmak sonucunu oluşturabilmek için önce beklemek gerekliydi ve aslında haklıydı ustam, hiç bir şey beklemediğimi düşünürken aslında hep bir beklenti içindeydim. ve bu aydınlanmamla beraber oltamın kımıldadığını hissettim, sevinçle bağırdım" bir şey geldi, bir şey geldi" diye
"Sakin ol evlat" dedi ustam,"topla şimdi yavaşça, gerginlik arttıkça hafif sal,havasını alır gibi sonra tekrar topla" dedi. Nasılda sanatsal anlatıyordu, basit , yalın ve anlam dolu, işte halk için yapılan sanattı bu, ve bu balık benim aydınlanmın ilk ödülüydü. dediklerini yaptım ve denizin gümüşlüğünü 3-4 cmlik ne olduğunu bilmediğim bir balıkla yardım. Aslında balık yemek güzel bir işti, tutmak da ama öldürmek o kadar da güzel değildi sanki, Bilge ustam balığı raftan alır gibi oltadan kurtardı geri denize saldı, her ne kadar öldürmek güzel olmasa da o benim ilk tuttuğum balıktı, ve ustam onu alıp denize atmıştı, kızdığımı anlamış olacak ki "yaramaz" dedi, "daha çok küçük yaramaz, bize daha büyüğü lazım ki deniz vermeye devam etsin" dedi, sanırım bu noktada fedakarlıktan bahsetmişti ustam, almak için vermek daha büyük almak için küçükleri vermek gerekiyordu, ama işte vermeyi nasıl becerecektim asıl sorun buydu, ustamın oltamdan balığı çekip alması aslında için oldukça kolay bir verme işlemi olmuştu bu da sanırım başka bir aydınlanmaydı..
"Sana kadınlar hakkında çok şeyler anlatırım ama şiir oku sen yine de" dedi, "okuyor musun" diye sordu sonra da, evet dedim İstanbul üniv.." Hehehe, yahu onu demiyorum, şiir okuyor musun?" dedi
"Ha, evet!" dedim arada okurum. "Arada okuma, çokça oku" dedi ve ekledi "Zaten ne kaybettiysek okumadığımızdan kaybettik..."
Devamını belki sonra yazarım belki de hiç yazman bilge balıkçı dayı anlatır bir yerlerden gelip..
Dünyayı sadece cumartesi akşamı niyetiyle yaşayanlara...